iki güvercin masallı
İki Güvercin
İKİ GÜVERCİN MASALLI
Yıllar yıllar önce , uzak bir ülkede çok güzel bir diyarda iki güvercin yaşarlardı. Bunlardan birinin adı; Gezgin, diğerinin de Oynak idi. Ormanın en güvenli ve en güzel yerine yuva yapmışlardı. Bu iki güvercin çok iyi iki arkadaşlardı. Gezgin uzak yerleri gitmek oraları gezip görmek isterdi. Gezgin ne var ki, bir gün yuvasından uzaklaşmak istedi. Bu isteğini çok sevdiği arkadaşı Oynak’a söyledi.
Gezgin: ‘Sevgili Oynak, uzun zamandır buradayız, daha ne kadar burada kalacağız? Sürekli aynı yerlerde dolaşmaktan sıkıldım. Denizlere, uzak ülkelere açılmak istiyorum. Yeni şeyler görmek, yaşamak, öğrenmek istiyorum’ dedi.
Oynak, Gezgin’i can kulağıyla dinledikten sonra ;
Oynak: ‘Sevgili dostum, güzel düşünüyorsun. Ben de senin gibi maviliklere uçmak istiyorum, renga renk çiçeklerin olduğu bahçelerde gezmek istiyorum. Ancak biliyorsun, bizim için her şeyden önce güvenli bir bölge şart. Kuvvetli bir rüzgar, zalim bir avcı, yırtıcı bir hayvan… Bunların hepsi bizler için büyük demek.’dedi.
Gezgin :’Kesinlikle haklısın, benim de senin gibi korkularım var. Fakat biliyorsun ki, cefa çekmeden sefa sürülmez. Benim de kendime göre yaşanmışlığım, tecrübelerim var. Yol boyunca bu bilgilerimle hayatta kalabilirim’ dedi.
– Oynak, Gezgin’ın kararlı olduğunu görce,
Oynak: ‘ Sevgili dostum, gel bu konuyu daha sonra konuşalım. Bu arada biraz daha düşünme fırsatı bulursun. Yalnız başına başka ülkelere göç etmek tehlikeli, yanımızda diğer arkadaşlarımız olsaydı hep beraber daha güvenli yol alabilirdik. Biliyorsun, “Akıl, akıldan üstündür’ dedi.
Oynak’ın bu sözleri Gezgin’i vazgeçirmeye yetmemiş. Gezgin kararlıymış, uzak ülkelere göç edecekmiş. Hazırlığını yapıp dostu Oynak ile vedalaşmış. Yüksek dağlara doğru kanat çırparak ufuklarda kaybolmuş. Günler boyu uçarak denizleri, nehirleri, dağları dolaşmış. O kadar keyifliydi ki, uçmaktan yorulmak bilmiyormuş.
Bir gün, bir vadiye ulaşmış. Cennet gibi bir vadiymiş.. Ağaçlar yemyeşil, rengarenk çiçekler, şırıl şırıl akan dereler.. Hava mis gibi kokuyormuş. Bu güzel vadiye hayran kalan Gezgin ‘ Bu vadide biraz dinlenmeliyim ‘ diye düşünmüş.. Gezgin güvercin. Nihayet dinlenmek için bir ağaca konup o eşsiz güzelliği izlerken.. Aniden bir gök gürültüsü kopmuş. Gezgin irkilmiş. İlk defa böyle şiddetli bir gök gürültüsünü duyuyormuş. Sonra kuvvetli bir rüzgar yağmurla getirmiş. Gök gürlüyor, şimşekler ardı ardına çakıyormuş. Gezgin konduğu büyük ağacın kovuğuna korku içinde saklanmış. Korku içinde yağmurun geçmesini beklerken aklına kendi yuvası ve arkadaşı Oynak gelmiş.
Kendi kendine iç geçirmiş:
“Ah! Ah! İnsanın kendi evi gibisi var mı? Keşke ben de yuvamda olsaydım, en azından güvende olurdum.” demiş.
Nihayet uzun gece sona ermiş, gün ağarmış. Kuşlar yuvalarından çıkıp ötmeye başlamış, çiçekler açmaya başlamış. Gezgin de yorgun, argın ağacın kovuğundan çıkmış. Gece boyu gök gürültüsünden, şimşeklerden uyuyamamış. Korkudan tüm gücünü kaybetmiş.Bir daha öyle korku yaşamamak için hemen oradan uzaklaşmaya karar vermiş.
Yorgun kanatlarını çırparak uçmaya başlamış.. Artık öğlene yaklaşmış ki, kendisine doğru gelen bir tehlikeyi fark etmiş. Koca bir şahin, kanatlarını açmış Gezgin’e doğru hızla geliyormuş. Gezgin’in bir an korkudan gözleri kararmış, ölümü hemen yanı başında hissetmiş. Bütün hayatını düşünmüş. Evi, yuvası, ailesi, arkadaşı Oynak.. Derin bir pişmanlık içindeyken garip bir şey olmuş. Tavşancıl kuşu belirmiş. O da Gezgin’i avlamak için hamle yapmış. Tavşancıl ile Şahin belli ki avı paylaşamamışlar, birbirlerine düşmüşler. Gezgin bu durumu fırsat bilerek oradan uzaklaşıp kendini güvenli bir yere bulmuş.
Sabaha kadar aç, susuz orada gizlenmiş. Nihayet sabah olmuş, her yer aydınlanmış. Doğa ana yine her zamanki güzelliğini alabildiğine sergiliyormuş.
Gezgin ; “Oh be, hayatta olmak, bu güzellikleri yaşamak ne güzel şey!” diye mırıldanmış.
Başından geçenleri çabucak unutmuş ve yine bulutların üstünde uçmaya başlamış. Maviliklerin üstünde uçarken adeta raks ediyormuş. Uça uça yorulmuş, karnı da çok acıkmış. Bir ses duymuş, kendi gibi bir kuşun sesiymiş. Çimenliklerin arasında ötüyor, arada yem yiyormuş. Süzülerek hemen yanına konmuş, yemleri yemeye başlamış. O kadar acıkmıştı ki, gözleri çimenlerin arasındaki tuzağı görmemiş.
“Eyvah! ayağım” demiş ve çırpınmaya başlamış. O zaman başına geleni anlamış. Çağırtkan güvercin onu tuzağa çağırmıştı. O yemler de tuzak içinmiş.
Gezgin; Çağırtkan güvercinin yanına yaklaşmış: ’İnsanı en çok yaralayan, kendisinden olandan gelen zarardır. Sen de benim familyamdansın! Beni uyarmak bir yana, tuzağa sen çektin!’ demiş.
Çağırtkan güvercin gülmüş:’ Bizlerde bu hırs olduktan sonra, yapılacak bir şey yok ‘demiş.’ Hırs, sadece biz zayıf kuşları değil, güçlü insanları bile tuzağa düşürür. İnsanoğlunun ilk atası Hazretî Adem’in de cennetten kovulması hep bu hırs yüzünden değil mi?’ demiş.
Gezgin, Çağırtkan’ın sözlerinin doğru olduğunu biliyormuş. Ama yapılacak bir şey de yokmuş.
Gezgin: ‘Haklısın, demiş. Çağırtkan’a. Fakat bu tuzaktan kurtulmalıyım, bana yardım eder misin? Eğer bana yardım edersen ömrüm boyunca sana minnettar olurum’ demiş.
Çağırtkan güvercin de üzgün ve çaresiz: ‘ Sevgili dostum, ayağıma baksana’ demiş. Onun da ayağı bağlıymış.
Çağırtkan: ‘ Görüyorsun, benim de ayaklarım bağlı. Kendi irademle burada değilim. Kurtulma gücüm olsaydı, ilk önce kendim kurtulurdum’ demiş.
Lafonten.