DİYET 2

Diyet

ÖMER SEYFETTİN HİKAYESİ

DİYET

 Dizdarbaşı: ‘ Ali usta dükkanı arayacağız ‘ dedi. Koca Ali hayretle baktı;

 Koca Ali: ‘ Niçin ? ‘ dedi.

 Dizdarbaşı: ‘ Bu gece Budak Beyin mandırasında hırsızlık olmuş.’ Dedi.

Ali: ‘ Eee bana ne ? ‘ .

Dizdarbaşı: ‘ Ee bana ne ? ‘ dedi.

 Dizdarbaşı: ‘ Onun için dükkanı arayacağız ‘ dedi.’ Hırsızlıkta çaldıkları bir kuzuyu köprünün altında kesmişler. Meşin keselerin içindeki paraları alıp bir tanesini oraya bırakmışlar.’ Dedi.

 Ali: ‘ bana ne ? ‘ dedi.

 Dizdarbaşı:’ O keseler den biri senin dükkanın önünde bulunduk. Sonra.. Şu eşiğe bak .Kan lekeleri var.’ demiş.

 Koca Ali kamaşan gözleriyle ter temiz kapını eşiğine baktı. Hakikaten el kadar kan lekesi sürülmüş…..

…. Koca Ali nin dükkanında kuzu  derilerinden  biri  bulundu.

 ….

 Koca Ali zaten çok söz söyleyemezdi. Subaşının önüne çıkarılınca köprünün üzerinde ne yaptığını anlatamadı. Dizdarların bütün buldukları deliler Alinin aleyhineydi. Budak  beyin yeni sattığı beş yüz koyununda parası da çalınmış. İki kuvvetli  hırsız , bekçi çobanı sımsıkı bağlamışlar. Sonra canını çıkarana kadar dövmüşler, hatta işgence için kolunu da kırmışlar. …. Zaten nereden geldiği nereli olduğu da beli değildi.

 Sol kolunun kesilmesine karar verildi.

 Koca Ali bu kararı duyunca ömründe ilk defa sarardı. Dudaklarını ısırdı….Sendeleyerek ayağa kalktı. Hakime dik bir sesle:

 Koca Ali: ‘ Kolumu bırakın kafamı kesin ‘ diye rica etti. Bu ömrü hayatında ilk ricasıydı. Fakat ihtiyar hakim çok adildi :

Hakim: ‘ hayır oğlum. Sen çobanı öldürseydin o zaman kafan giderdi. Ceza kabahate göredir. Şeriatın kestiği yer acımaz. ‘ dedi.

Koca Alini kolu kafasından çok kıymetliydi. Çeliğe ‘ çifte su’  bu iki kol sayesinde veriyordu. Sınırlarda dövüşen binlerce gazilere çelik kalkanlar kıran, ağır zırhları yırtan, demir tolgaları ikiye biçen tüy gibi hafif kılıçlar yetiştiriyor, yok pahasına , pir aşkına çalışıyordu.

 Onu , ağa kapısında dizdarların odası altına kapadılar. Kolunun keileceği günü burada bekliyor hiç sesini çıkarmıyordu. Çolak kalınca örsünün başında çekiç vuramayacağını düşünüp ölen bir insanın matemini duyuyordu.

 … Bütün şehir halkı , Koca Ali gibi mahir bir ustanın kolunun kesileceğine acıdı. Bu kadar yakışıklı , mert , çalışkan , kuvvetli ,güzel bir adamın ölünceye kadar sakat sürünmesine en duygusuz vicanlar bile dayanamıyordu.

 İşte herkes onu seviyordu.

 Sipahiler kendilerine pek ucuz kılıç döven bu adamı kurtarmaya sözleştiler . Şehrin en zengin adamı ‘ Hacı Mehmet ‘ e müracaat ettiler ; bu adam Karun kadar zengin olsa da cimriydi. hala şehrin pazarında  küçük bir dükkanda kasaplık yapıyordu. Düşündü taşındı , suratını ekşitti. Ama sipahilerle hoş geçinmek lazımdı.

 Hacı Mehmet: ‘ Madem siz istiyorsunuz . Sizin için onun kolunun diyetini veririm Ama bir şartla ‘ dedi.

 Sipahiler: ‘ Ne gibi ‘ dediler.

 Hacı Mehmet: ‘ Varın kendisine sorun eğer ben ölünceye kadar bana bedava hizmetçilik , çıraklık yaparsa diyetini veririm ‘ dedi.

 Sipahiler : ‘ tamam tamam ‘ dediler. Koşup Koca Ali ye söylediler.

 Koca Ali ‘ Kasaplık bilmediğini söyledi. Kabul etmek istemiyordu. ‘

 Sipahiler: ‘ Adam sende kasaplıkta ne var ? O kadar harp gördün Kılıç salladın . Bağlı koyunu yere yatırıp kesemez misin ‘ dediler.  ‘Kula kal olmak ‘ ölümlü dünyada ‘ birisine minnettar kalmak’ azapların en ağırıydı.

 O , daha gençken ,vezir amcasının lütfunu bile çekememiş,minnettar kalmamak için aile ocağından kaçmış, gurbet ellerine atılmıştı. Kör talih, onu , kime köle edecekti?

 Sipahiler: ‘ Hacı ‘ nın yaşı yetmişi aşmış …Zaten daha ne kadar yaşar ki …O ölünce yine sen hür kalır, bize kılıç yaparsın. Haydi , düşünme usta , düşünme’ diyorlardı.

 Hacı kasap, kesilecek kolun diyetini hakime saydığı gün , Koca Ali ‘ yi arkasına taktı. Dükkana getirdi. Bu adam gayet titiz gayet berbat biriydi. Hiç durmadan söylenir dururdu. Cimriliğinden şimdiye kadar bir hizmetçi , bir çırak tutmamıştı. Koca Ali yi eline geçirince hemen dükkanının köşesine bir set yerleştirdi. Üstüne bir şilte yerleştirdi. Geçti oraya oturdu ve her şeyi ona yaptırmaya başladı. Ama  her şeyi … Sabah namazından beş saat evvel şehirden iki saat ötedeki mandırasından o gün satılacak koyunları ona getirtiyor, ona kestiriyor, ona yüzdürüyor, ona parçalatıyor, ona sattırıyordu.. ta akşam namazına kadar durmadan emirler veriyordu. Zavallıya verdiği yalnızca bulgur çorbasıydı. Bazen de artıklarını önüne köpeğe atar gibi atardı.  Geceleri dükkanı baştan ayağa yıkatıyor, uykuya yatırmadan ertesi sabah için mandıradan koyun getirtiyordu. Odununu ormandan ona kestiriyor, suyunu ona taşıtıyor , her işi , her işini ona gördürüyordu. Hatta evinin bahçesindeki lağım kuyusunu bile ona ayıklattı.

 Koca Ali , sade suya bulgur çorbasıyla bu kadar zahmetlere yıllarca göğüs grebilecekti. Fakat Hacı kasabın ikide bir:

 Hacı kasap: ‘ Ulan Ali !… kolunun diyetini ben verdim. Yoksa çolak kalacaktın!.. diye yaptığı iyiliği tekrarlamasını çekemiyordu. Bir gün , iki gün , üç gün dişini sıktı. Durmadan çalıştı. Gece uyumadı. Gündüz koştu. Efendisinin karşısında el pençe divan durdu.

 Yine  : Kolunun diyetini ben verdim……

…..

 Hacı kasap afermi der gibi bu sözleri diline pelesenk etmişti. Her emrinin yapılmasından sonra kır sakallı, çirkin , sıska suratını ekşiterek mavi çukur gözleriyle onu tepedden tırnağa kadar süzer, ‘ Aklında tut benim esirimsin ‘ der gibi her seferinde diyetini verdiğini hatırlatırdı. Koca Ali kalbinin   yırtıldığının, göğüsüne sıcak sıcak yayıldığını , kilitlenen çenelerinin çatırdadığını, şakaklarının attığını duyardı. Geceleri uyuyamıyor, gündüzleri uğraşırken, mandıraya gidip gelirken, salhanede koyunları yüzerken, müşterilere et keserken ‘ Ne yapacağım , ne yapacağım ? 2’ diye düşünüyordu. Hiçbir şeye karar veremiyordu. Dünyada kimseye eyvallah etmeyerek kanaatle, gururunun saadeti için yaşamak isterken başına gelen bu bela neydi?

 Kaçmayı namusuna yediremiyordu. İşte o vakit sahiden hırsızlık etmiş olacaktı.  Fakat bu herifin ikide  birde bu yaptığını başa kalkmasına katlanmak ölümden pek güç , ölümden acı , ağıdı…

 Hacı kasaba köle olalı haftaydı. Gene mandıraya gitmiş koyunları getirmişti.Koyunları kesmiş yüzmüş ve çengellere asmıştı. Efendisi gelmemişti. Satırları biledi. ‘ Ne yapacağım ‘ diye düşünüyordu. Dudaklarını ısırıyordu. Dalgındı efendisinin geldiğini duymamıştı. Ansızın uğursuz  boğuk sesi yüreğini ağzına getirdi:

 Hacı Kasap: ‘ Ne yapıyorsun  be ‘ ..

  Döndü. Efendisi yerine oturmuş tüttürüyordu.

 Koca Ali: ‘ Bıçakları biliyorum ‘ dedi.

 Hacı Kasap: ‘ Hay tembel ,  miskin hay .. sabahtan beri ne yapıtın?

Cevap vermedi kapakları çürümüş, bu küçük, hain, yılan gözlere kırpmadan baktı .İhtiyar bu acı bakışlara kızdı : ‘ Ne bakıyorsun?’

 Koca Ali bir haftada belki beş senelik işini gören durup dinlenmeden çalıştığı halde hala ‘ Miskin , Tembel ‘ diyen kötü insanı ezici bir bakışla süzüyordu. Yine kalbi yırtılır gibi oldu göğüsüne  sıcak bir şeyler süzüldü; çeneleri kilitleniyor şakakları zonkluyordu. Titredi. Bir anda titreme durdu gözlerini açtı bir haftadır bu duruma nasıl tahammül etmişti. Şaşırdı. Hacı kasap çubuğunu yanına bıraktı. Hizmetiçin bu ağır bakışından kurtulmuş gibi dırıldandı: ‘ Diyetini benim verdiğimi unutuyorsun galiba … Ben olmasam şimdi çolak kalacaktın ‘ dedi.

 Koca Ali yine cevap vermedi. Acı acı gülümsedi kızardı. Sonra birden sarardı. Hızla döndü: Bildiği satırların en büyüğünü kaptı. Sıvalı yüksek kıyma kütüğünün üstüne koydu . Kaldırdı ağır satırı öyle bir indirdi ki .. o Anda kopan kolunu tuttu. Gördüğü şeyin dehşetinden gözleri yuvalarından fırlayan Hacı kasabın önüne : ‘ Al bakalım şu diyetini verdiğin şeyi ‘  diye fırlattı.

 Sonrada esbabını kolsuz kalan yerine sıkı bir düğüm attı. Dükkandan çıktı.

 Onun, vaktiyle geldiği yer gibi, gittiği yeri de kimse öğrenemedi.

Değerlendirme: 1 / 5.

Bir yorum

Alev Abla için bir cevap yazın Cevabı iptal et