HAYAT engel tanımaz – ayna masallı – türk masallı

TÜRK MASALLI
AYNA MASALLI
Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde at saz çalarken, balık koşarken, annem kaşıkta, babam eşikteyken. Ben bindim karıncaya vardım Japonya ya sen bindin kuşa inemedin bir türlü yere. Neyse biz gelelim masalımıza. Memleketin birinde güzel mi güzel bir kız varmış.
Bu kızın babası da oldukça varlıklı bir adammış. Annesi de kızını pek sever gözünden sakınırmış. Dadısı ise her zaman yanındaymış.
Bu kızın babaannesinden kalma bir aynası varmış. Bu güzel kız bu aynayı yanından hiç ayırmazmış çünkü ayna sihirliymiş. Kız bu aynayı kime tutsa onun aklından geçenleri duyar ve görürmüş. Ondan başka kim baksa sadece aynada kendini görürmüş.
Neyse gel gelelim kızın evlenme çağı gelmiş. Kapıda kısmetler sıra olmaya başlayınca babası ‘kızıma bir soruyum kabul ederse neden olmasın ‘dermiş.
Bir akşam yemeklerini yedikten sonra kızını yanına çağırıp;
Baba: Benim huyu güzel kendi güzel kızım, artık evlenme çağın geldi gönlünde biri var mı? Sormanın zamanı geldi demiş.
Güzel Kız: Babacım benim gönlümde kimse yoktur demiş.
Babası bunun üzerine kızını dizinin dibine çekip saçlarını okşarken;
Baba: Benim huyu güzel yüzü güzel kızım madem gönlünde kısmet yok . O zaman sana evlenme çağın geldiği için talip olan bir çok aile var. Onlardan sana uygun bir talip bulup seni evlendireyim mi? demiş.
Güzel Kız:( Kız biraz utanmış. Biraz sevinmiş .Biraz da korkmuş.)’Babacım sizde uygun bulursanız tabii ki evlenmek isterim ama bana seçeceğiniz talipleri sizden sonra ben görmek isterim. Eğer bana uygun bir eş olacağına inanırsam sizde uygun bulursanız evlenirim’ demiş.
Babası kızının bu isteğini uygun bulmuş. O günden sonra gelen kısmetleri önce kendi görmüş. Tabii her baba gibi onunda kızına layık bulduğu insanda baktığı şeyler varmış. Evvela damadı olacak genç kültürlü, iyi eğitimli ve iyi, varlıklı bir aileden gelmeliymiş.
Her gün kızının güzelliğini duyup gelen bir çok kısmetle görüşmüş. Bunlardan bağzısı varlıklı değilmiş. Bağzısı iyi eğitimli değilmiş. Bir kısmı da iyi ailelerin çocuğu değilmiş. Böylece günler günleri kovalamış ve baba tam üç tane kısmeti beğenmiş .Sıra kızına onları gösterip hangisini beğendiğini öğrenmeye gelmiş.
Kız babasının kendisi için bulduğu kısmetlerle tanışma günü geldiğinde yanına aynasını alıp onlar için evlerinde ki bir odaya gitmiş. Babasının bulduğu ilk kısmet paşa oğluymuş. Kendi ailesi gibi zengin, kültürlü, varlıklı ,iyi bir aileden gelen genç adamla tanışmış ve sohbet başlamışlar . Konuşması ve her şeyini beğense de aynasına da bakmaya karar verip ;
Güzel Kız: müsaadenizle saçlarımı düzeltiyim demiş genç adama.
Genç Adamda kızın güzelliğin den dili tutulsa da;
Genç Adam: Ne gerek var siz zaten çok güzelsiniz. Aynanız bile sizin güzelliğinizi kıskanıyor olmalı demiş.
Kız aynasını adama doğru çevirip aynaya bakıp saçını düzeltiyor gibi yaparken bir de aynada ne görsün hatta duysun dersiniz!
Adamın aklından geçenler dile gelmişler;
Genç Adam: Ben ailemin en küçük oğluyum. Bu zengin kızla evlenmez isem baba beni önce askere yollayacak sonrada akraba kızıyla evlendirip; dayı konağına iç güveysi verecek. Neyse ki bu kız karşımaçıktı . Pekte güzelmiş. Eh artık kayınpeder parası yer birde bu konağa iç güveysi alırsa değmeyin keyfime.
Kız duyduklarına çok üzülmüş. Genç adama ;
Güzel kız: Sizin hakkınız da bir şeyler duymuştum. Siz ailenizin en küçük oğluymuşsunuz.
Genç adam:’ Evet. Ailemin en kıymetli en küçük oğluyum. Babam beni pek sever.İşlerini de bana emanet eder’ demesin mi!
Güzel Kız: Buna pek menün oldum. Ben babama gitmeliyim. Deyip gitmiş.
Dadısına gidip ‘paşa oğlunu hiç beğenmediğini hatta onun baba parası yiyip boş gezen bir adam dediklerini ‘ söylemiş. O da kızın babasına gidip Paşaoğlu için baba parası yiyip boş gezen bir adam dediklerini söyleyince babası paşa oğlunu kapısından içeri almamış.
Böyle böyle üç kısmetiyle görüşse de hiç birini beğenememiş. Biri vezir oğluymuş Aklı kıt ve hiçbir işten anlamayan bu damat adayından sonra ülkenin en zengin tüccarının paragöz oğlu gelmiş kapıya. Onu da yollamış.
Babası kızı için çok dertleniyormuş.
Günlerden bir gün kız dadısıyla çarşıya çıkmış. Çarşı Pazar gezerken bir bakmış yumurta satan ayağı aksayan bir genç adamı görmüş. Bu gencin tezgahından sadece yaşlılar yumurta alıyor muş.
Kız tezgaha biraz daha yaklaşmış. Ve konuşmaları dinlemeye başlamış. Genç adam çok güler yüzlüymüş .Temiz ve güler yüzlü genç adam yaşlılarla sohbet ediyormuş. Bu hal kızın çok hoşuna gitmiş. Dadasıyla gencin tezgahından yumurta almışlar. Gencin kibar ve bir o kadar ciddi hali kızın çok hoşuna gitmiş. Dönerken pazardan çıkıp onları bekleyen arabalarına binince dadısına :
‘ Dadıcım . Yumurta satan o genç ne kadar kibardı. Üstelik çok güller yüzlüydü’ demiş.
Derken günler günleri kovalamış ve kız sık sık pazara gider ve gencin etrafındaki tezgahlardan alışveriş yapar yaşlılarla çok güzel sohbetler etiğini hatta onların derdini dinleyip çareler aradığını görmüş.
Bu temiz yüzlü genç kendi sorunlarını bırakıp insanların sorununa çare bulmaya başladıkça kızın beğenisini kazanmaya başlamış. Kız sanki o eski püskü, yırtık pırtık elbiselerin içindeki güler yüzlü bu genç adamın yüzüne aynasını tutuyormuş gibi hissetmiş.
Bu sırada babası da kızına öyle bir kısmet bulmuş ki duyan olurda bu hayırlı iş bozulur diye kimseye hatta kızına bile söylememiş.
Kız gencin tezgahına her gittiğinde onunla sohbet etmeye başlamış. Her yaşlının derdini beraber dinlemeye başlamışlar. Yaşlılar ise bu iki gencin tatlı dilinden onları dinleyip dertlerine bir çare bulma çabalarından çok memnunlarmış. Bu iki gencin bir birine çok yakıştığını düşünen yaşlılar her gün onların kavuşması için dua etmeye başlamışlar.
Genç adamda yaşlı insanlar gibi düşünüyordu. Kızın kibarlığından ve iyi kalbinden etkilenmiş. Yaşlılarla samimi ve içten konuştuğunu gördükçe daha bir bağlanmış.
Kız ise ilk gördüğü andan etkilendiği genç adama her gün biraz daha saygı ve sevgi beslemeye başladı.
Bu sırada kızın babası da kızını mürüvvetine karar verip ona en iyi eş adayını bulmuş hatta gencin kızına talip olan babası ile anlaşıp düğün hazırlıklarına başlamıştı bile. Kızın babası ve evleneceği gencin babası çocuklarına söylemeden hazırlıklar yapa dursunlar. Biz gelelim iki gence.
Günler günleri kovalarken iki gen birbirlerine sevdiklerini söylemişler.
Günler sonra kız aynasının bıraktı yerde görünce’ neden genç adama aynayla bakmadığını’ düşünmüş. Kendine;
Kız: Neden bakıyım ki yüreği de yüzü kadar temiz ve iyi bu adamı tanıdım. Zengin olup olmaması da önemli değil. İkimiz beraber çalışır mutlu mesut yaşar gideriz der.
Genç ise babasına fakir ama yüzü kadar kalbide güzel bu kızı nasıl anlatacağını düşünmeye başlar.
İki genç babalarına dertlerini açma karar verirler. Kız önce annesine bir genç adamı sevdiğini söylemiş ve babasına söyleye bilmek için yardım istemiş.
İki genç babalarına dertlerini anlatmışlar. Babaları da uygun bulurlarsa evlendirmeye karar vermişler.
Biz gelelim gerçeğe .Aslında genç adam hiç fakir bir adam değilmiş . Hatta ayağında sakat değilmiş. Üstelik genç adam bir şehzadeymiş. Padişah en küçük oğluymuş. Padişah oğlunun yaptıklarından çok memnunmuş üstelik kendine bir eş bulup gelmesiyle daha da mutlu olmuş.
Bir gün güzel kızın babası genci evine davet etmiş. Genç öyle bir eve gelmiş ki ev bahçe duvarlarından görülmüyormuş. Bahçe kapısı açılı içeri girdiğinde bahçede sayısız elma ağaçlarının olduğu , evin duvarlarını da gümüşten sarmaşıkların sallandığı güzel bir evle karşılaşmış. Evin pencereleri öylesine büyükmüş ki içerisi sanki dışarda gibiymiş.
Genç güzel kızın babasının karşısına dimdik çıkmış. Kızın babası oturması için müsaade edene kadar beklemiş.
Adamsa genç adamın bu halinde pek beğenmiş ve kızıyla evlenmek istiyorsa devlerin ülkesindeki gökyüzüne uzanan sarmaşığa çıkıp onun tepesinde ki dev ağacın yaşayan kuşu yakalayıp getirmeni söylemiş.
Delikanlı hiç itiraz etmemiş.
Kızla evin bahçesinde buluşmuşlar.
Çok güzel bir elma ağacının altında
Genç: ‘Baban seninle evlenmemize izin vermek için devlerin ülkesine gidip oradan sarmaşığın tepesindeki dev ağaçta yaşayan kuşu getirmemi istedi. Seninle evlenip bir ömür geçirebilmek için uzun bir yolculuğa çıkacağım beni bekler misin’ demiş.
Kız ise ağlayarak: Olmaz sen devler ülkesine gidip te dönen duydun mu? Oraya gidip dönemezsin. Biz ayrılarım sen daha iyi bir eş bulursun. Senin yaşaman daha önemli demiş.
Genç adam kızın onu korumak için onunla evlenmekten bile vazgeçe bilmesinden çok etkilenmiş. Uzun uzun konuşmuşlar sonunda yapabileceğine kızı ikna etmiş.
Kız: Ömrümün sonuna kadar seni bekleyeceğim deyip sakladığı bir mendili vermiş ve ‘ Bu mendili dara düşüp girdiğin yerden çıkamadığın zaman kullan gitmek istediğin yeri söyleyip mendili başından çevirip salar ise o istediğin yere gidersin demiş. Genç adam mendili de alıp gitmiş.
Padişah babasına kızın babasının isteğini anlatınca babası kızı seviyor ise ondan isteneni yapmasını söylemiş. Hatta abilerini de seninle gelsinler onlarda o meyveden bana getirsinler ki hangisinin benim tahtıma çıkmaya uygun olduğunu biliyim demiş.
Bunun üzerine iki abisi ve genç şehzade giymişler demirden elbiselerini ayakkabılarını ülkenin en güçlü üç atına binmişler . Bellerinde kılıçları sırtlarında okları yayları tabii para dolu keseleriyle düşmüşler yolla.
Az gitmişler uz gitmişler on gece on gündüz gitmişler bir de bakmışlar . Bir arpa boyu yol gitmişler.
Bir süre sonra yorulan abileri durup dinlenmeye karar vermişler. Bir dere kenarında dinlenmeye karar vermişler . İki kardeş bir kenara oturup dinlenirken küçük kardeşleri sofralarını hazırlanmış . ‘Abilerim ben bir elimi yüzümü yıkıyım yemeğimizi yiyelim ‘demiş.
Demiş demesine de onlar küçük kardeşlerini beklemeden başlamışlar yemeklerini yemeye . Genç şehzade ise dere kenarına gelip ellerini yüzünü yıkarken bir de ne görsün küçük mü küçük turuncu bir balık yanı başında belirmiş.
‘ İnsanoğlu insanoğlu abilerine hiç güvenme onlar kendi çıkarları için seni yolda bırakırlar. Onların sana faydası değil zararı dokunur .’demiş.
Tam yoluna gidecekken genç şehzade ‘ Güzel balık küçük balık sağ olasın ama onlar abilerim. Banan zararları dokunacağını düşünmüyorum’ demiş.
Turuncu balık ‘ İnsanoğlu abilerin kendilerinden başkasını düşünmez. Sakın onlara güvenme. Aradığın ülkeye dereye vardıktan sonra çölleri aşıp gidebilirsin ‘demiş.
Küçük şehzade balığa teşekkür edip abilerine katılmış katılmasına ama kendi elleriyle kurduğu sofrada yiyecek bir lokma bulamamış. Abiler birer ağaç bulup altında uykuya dalarken delikanlı da aç bil aç bir ağacın altında uyuya kalmış. Saatler saatler sonra uyandığında bir de bakmış kı abileri onu orada bırakıp gitmişler. Her şeyi de yanlarında götürmüşler.
İki abisi beraber yola düşmüşler düşmesine de kardeşlerinden kurtulduklarına memnun olsalar da nereye gideceklerini bilmiyorlarmış. Gitmişler gitmişler sonunda vara vara kayalıklardan bir şeyin olmadığı bir yere gelmişler sağa bakmışlar sola bakmışlar kimsecikler yok. İki kardeş girdikleri yerden çıkmanın bir yolunu aramaya koyulmuşlar ama ne mümkün dönüp dolaşıp aynı kayalıkların önüne gelmişler.
Onlar çıkış yolu ararken küçük şehzade aç susuz gitmiş gitmiş sonunda dereyi bulmuş hemen koşup avuç avuç dereden su içmiş. Bir taraftan da ‘ oh mis gibi .Oh ne güzel bir su ‘ diyormuş.
Biz gelelim abilere onlar sonunda kayalıkların arasından geçmeye karar vermişler. Kayalıkların arası o kadar darmış ki atlarıyla geçmelerine imkan olmadığı için atlarını , erzaklarının ve altınlarını bırakamayacakları için orda kamp kurmuşlar. Günler günleri kovalarken erzakları bitmesin mi? İki kardeş ne yapmış dersiniz!
Biz küçük şehzadenin yolunu bekleyen kıza gelelim. Gece gündüz gözü kapı önünde genç şehzadeyi bekleyen kız yemeden içmeden kesilmiş. Dadısına sürekli gencin gelip gelmediğini sormuş. Annesi ne yapsa kızını oylayamaz olmuş. Babası da kızının bu haline çok dertlenmeye başlamış.
Şehzade ise dere kenarında biraz dinlendik ten sonra düşmüş yıllara yolda karşısına bir sürü parlak taş çıkmış. Bu taşları çok beğenen şehzade başlamış. Gel zaman git zaman günler günler geçmiş ama bir türlü derenin sonuna gelmemiş.
Ormanlar kuru otara dönüşmüş. Şehzade meyve ağaçlarından meyve yiyerek karnını doyururken günlerdir kuru ottan başka bir şey olmadığı için aç kalmış . Sonunda dere kenarında kamp kurup ateş yakmış sonrada girmiş ,dere de balık aramaya başlamış . Ne garip ki derede bir tane bile balık yokmuş .
Tam dereden çıkarken suyun dibinde parlak mı parlak bir taş bulmuş. Onun ne olduğunu merak edip almak istediğin de , birden taş canlanmasın mı! Bu parlak taş aslında su kaplumbağasıymış .
Kaplumbağa: ‘İnsanoğlu insanoğlu benden ne istersin de uyandırırsın ‘demiş.
Şehzade: ‘Kusura bakmayın . Ben sizi taş zannettim. Sizi uyandırmak istememiştim. Kusura bakmayın ’demiş.
Kaplumbağa:’ Sen burada ne ararsın ?’ demiş.
Şehzade:’ Aç olduğunu karnını doyurmak için balık tutmak istedim. Sizi rahatsız etim kusura bakmayın’ demiş.
Kaplumbağa: ‘İnsanoğlu buralarda ne ararsın ‘deyince şehzadede her şeyi anlatmış . Kaplumbağa da :’İnsanoğlu senin yolun çok uzun ama derenin sonuna gelince çok yakın olacak. Sonuna gelince şu iki(deniz) kabuğun birini dereye at karşına bir kapı açılacak o kapıdan geçtiğinde kendini devler ülkesinde bulacaksın. Orada çok dikkatli ol devler tüm gün bahçede çalışırlar. Onlar yokken ağaca ulaşmalısın demiş.’ Sonrada suya atlamış . Daha o suya atladığında şehzade bir de bakmış önünde her şeyin olduğu bir sofra.
Şehzade karnını doyurup düşmüş yollara gece gündüz yol almış. Bir de bakmış dere bitmiş. Hemen cebinden çıkarıp bir kabuğu dereye atmış. Anında büyük bir kapı belirmiş ve sonuna kadar açılmış şehzade de içine atlamış. Kapıda anında kapanmış.
Şehzade bir de bakmış hiç görülmedik büyüklükte bir bahçe ağaçlar devler kadar büyük çayırların içinde kayboluyormuş , çiçekler boyundan büyük. Şaşkın şaşkın bakarak yürüyen şehzade bir de ne görsün gökleri yerleri inleterek gelen devler. Bu devler öylesine büyük öylesine irilermiş ki o dev ağaçlar bile yanlarında küçük kalıyormuş. Bu devlerin tek gözü , kocaman ağızları dudaklarının dışına çıkan kocaman dişleri varmış. O kadar çoklarmış ki şehzade saklanacak yer bulana kadar deli gibi çimenlerin arasında saklana saklana kaçmış.
Devler bahçede her ağaçtan meyveler toplarken bir taraftan da ‘ Ah yıllardır . Ülkemize gelen bir tek insanoğlu olmadı. Ah bir tanesi elimize düşse de afiyetle yesek demiş. Onlar bunu konuşup insanı kim yiyecek diye kavgaya tutup bahçeyi alt üst ederken yer yerinden oynuyormuş. Şehzade de ayakta zorlana zorlana sarmaşığı aramaya koyulduğunda bir de ne görsün bahçenin ortasında dev bir sarmaşık varmış .
Şehzade ne yapsın devleri geçip görünmeden sarmaşığa nasıl ulaşacağını düşünmeye koyulmuş. Bir de bakmış ki devler ortadan kaybolmuşlar.
Bir den ortaya çıkan devler sarmaşığı tırmanan devler gözden kaybolmuş. Küçük şehzade ne yapsın dev sarmaşığa tırmanmaya başlamış. Tırmandıkça bir de ne görsün her yerinde birbirinden güzel çiçekler varmış.
Çiçekleri gördükçe ‘ ah ne güzel çiçeklersiniz .Sen ne kadar güzel bir sarmaşıksın’ demeye başlamış. Derken yorgunluktan elleri tutmaz olunca sarmaşığın bir kenarına sığınmış ve dinlenmeye çalışmış. Bu sırada etrafın da izlemeye başlamış.
Sarmaşık o kadar yüksekteymiş ki çok uzak diyarları tırmanılması zor dağların zirvesini bile görüyormuş. Çantasın da kalan birkaç meyveyi yerken yanına gelen kuşlarla sohbet edip yoluna devam etmiş. Gün dönmüş gece olmuş. Şehzade, daha sarmaşığın sonuna varamadan devler sarmaşıktan atlamasınlar mı! Yer gök inlemiş. Devler ise hiçbir şey olmamış evlerine girmişler. Şehzade sarmaşığına zorlukla tutunup bir çiçeğin içinde uyuya kalmış. Sabah güneşin doğuşunu karşılarken sarmaşığın zirvesine varmış.
Bir de ne görsün devlerde evlerinden çıkıyorlar. Hemen kendine saklanacak yer ararken güzel bahçeyi görmüş her yer eşsiz güzellikte çiçeklerle bezeli ağaçlarla çevriliymiş. Bahçenin güzelliğine seyrederken devler gelmişler şehzadede hemen güzel çiçeğin yanına saklanmış. Devler bahçede çalışmaya koyulmuşlar. Dev bahçelerini çok severlermiş.
Küçük şehzadenin iki abisi erzakları bitince ne yapmışlar dersiniz. O kayalığın içine giren iki kardeş bir de bakmışlar çölün ortasındalar. Gözlerine inanamamışlar çölde aç susuz kalan iki kardeş günler günlerce yürüyüp çölde bir hana varmışlar. Hanın gerçek olduğuna inanamamışlar serap gördüklerini sanan iki kardeş hancıya verecek paraları olmadığı için onun yanında çalışmaya başlamışlar ve her gün çölün diğer tarafında ki dereden su taşımaya başlamışlar.
Küçük şehzade devler yaklaştıkça bir başka çiçeğin arkasına saklanıp kokusunu devlerden saklıyormuş. Çünkü bir insanın kokusunu devler aldığı anda onu yakalayıp dev kazanlarında pişirip yediklerini çok iyi biliyormuş.
Sevdiği gencin dönüşünü bekleyen güzel kız ise yemeden içmeden kesilmiş. Her gününü pencere kenarında geçiren kız sonunda hastalanmış. Dadısı ve annesi kızın baş ucundan ayrılmazken babası da geri dönmeyen şehzadeyi merak etmeye başlamış.
Padişah ta giden üç oğlu için endişelenmeye başlamış. Bir de güzel kızın oğlunun yolunu gözlerken hastalandığını duyunca üzüntüsü iki katına çıkmış.
Şehzade çiçeklerin arkasında saklana saklana büyük ağacın yanına gelmeyi başarmış. Bir de bakmış dev ağacın en üst dalında güzel mi güzel bir kuş.
Bu kuşun kanatları mas maviymiş. Up uzun güzel kuyruğu ise kırmızıymış.Bu beyaz tüylü ,mavi kanatlı kırmızı kuyruklu kuşa hayran hayran bakarak ağaca tırmanmaya başladığında devleri unutan şehzade duyduğu homurtularla kendine gelmiş. Tam on dev çiçeklerden uzaklaşan şehzadenin kokusunu almaya başlamış.
Devler: Hım hım ben insanoğlunun kokusunu alıyorum.
Dev: Ne zamandır insan tadına bakmamıştım.
Dev: Ben gidip kazanın altını yakayım. Sizde insanı alıp gelin.
Dev: kolu benim.
Dev: bacağı benim.
Devleri: Neredesin insanoğlu . Bizden kaçamazsın seni bulacağız .
Derken devlerin gözlerinde garip kıvılcımlar saçarken her ağaç dibinde ,çiçek altında insanoğlunu aramaya koyulmuşlar.
Küçük şehzade ne yapsın hemen kuşu yakalayabilmek ve devlerden saklana bilmek için hızlı hızlı tırmanmaya başlamış ama dev ağacın zirvesine tırmanmak hiç kolay olmamış. Tam Kuşu yakalayacakken devlerden bir onu görmüş ve o anda büyük bir homurtuyla karışık bir uğultu her yeri inletmiş.
Dev: İnsanoğlu .İnsanoğlu.
Dev: İşte orada.
Dev: Senden çok güzel bir yemek olacak.
Diyerek büyük ağaca doğru koşmaya başlamışlar. O sırada yer gök inlemiş. Çiçekler salanmış ağaçlar meyvelerini dökmüş. Hatta sarmaşık bile sallanmaya başlamış. Şehzade kuşu ikna etmek için ağacın meyvelerinden toplamış kuşa uzatmış ama kuş gelmemiş. O zaman ağaca güçlükle tutuna tutana nefesi kesilircesine kuşa ulaşıp hemen yakalamış. Koca kuşu kucağına aldığı gibi korkmasın diye severken Bir taraftan devlerden kaçmanın yolunu aramaya başlamış.
Devler kocaman ağızları açık suyu akarak şehzadeye doğru koşarak gelirken bir de bakmışlar kıymetli kuşları insanoğlunun elindeymiş.
Dev: Kıymetli kuşumuzu bırak insanoğlu demeye başlamışlar.
Şehzade düşünmek için fırsat bulunca : Yaklaşmayın yoksa kıymetli kuşunuza şimdi zarar veririm demiş.
Bunu duyan devler durmaya çalışırken birbirlerine çarpıp düşmüşler o sırada ağaca çarpan devler ağacı öyle bir salamış ki şehzade kuşla beraber düşmeye başlamış. Kuşu göğsüne sıkıca yaslayıp korumaya başlamış. Hızla düşerken : Güzel kuş senin sevdiğim kıza kavuşabilmek için almak zorundayım ‘ demiş.
Kuşla güzel gökyüzünde süzülür gibi düşerken Aklına sevdiği güzel kızın sözleri gelmiş. Hemen kızın verdiği çıkarıp başının üstünde çevirmiş ve derenin bitişine gitmeyi düşünmüş.
Bu sırada dere kenarında karın tokluğuna su taşıyan iki abisi birbirleriyle kavgaya başlamışlar. Onlar beni sen buraya getirdin diye getirdin diye kavga ederken birde bakmışlar ellerinde çok güzel bir kuşla kardeşleri belir i vermiş. Kardeşlerini gören abileri gözlerine inanamamışlar.
Abilerini gören küçük şehzade onların halini görünce üzülmüş abilerinin de yanına alıp dere kenarında oturup konuşmaya başlamışlar. Küçük şehzade abilerine başından geçenlerin hepsini anlatınca iki abi kardeşlerini kıskanmışlar ve hemen bir plan yapıp kardeşlerini orada kalıp dinlenmeye ikna etmişler.
Gece olunca küçük şehzadenin yanından ayrılmayan kuşu kaptıları gibi kaçmışlar gece gündüz hiç durmadan yol gidip hancıya sattıkları atlarını izinsiz alıp düşmüşler yola. Kardeşlerini bir kez daha kandırdıkları için keyifleri yerindeymiş.
Handan çaldıkları yemekler ve atlarla hiç durmadan dereyi izleyerek çölü geçeceklermiş. Onlar padişaha gide dursun. Şehzade sabah olup uyandığında bir de ne görsün ne güzel kuş nede abileri varmış kandırıldığını anlayan şehzade ne yapacağını düşünürken cebinde sakladığı deniz kabuğu aklına gelmiş ve içinden kapının onu derenin bitiği yere götürmesini dilemiş.
Dileği kabul olan küçük şehzade derenin kaynağına varmış. Oradan nasıl ülkesine hızlıca gidebileceğini düşünürken hana koşup hancıdan at istemiş ama altınım yok derken hancı şehzadenin elinde bir parlak taş görüp bu bir elmastır onu bana verirsen sana bu hanı bile veririm demiş.
Şehzadede at yiyecek ve giyecek karşılığı elması vermiş. Çıkmış yola ama hiç durmadan dinlenmeden yol alsa da bir türlü abilerine yetişememiş. Gece olup dinlenmeye dere kenarında durduğunda bir de ne görsün küçük turuncu balık .
Turuncu balık:’ Şehzadem sana abilerine güvenme dememiş miydim. Sen gidene kadara abilerinden biri babanın tahtına oturacak. Diğeri de senin sevdiğin güzel kızı kendine eş yapacak ‘demesin mi . ‘
Şehzade ne yapacağını bilememiş: Ah ben ne yaparım sevdiğim olmadan nerelere giderim ‘demiş ve turuncu balıktan yardım istemiş.
Şehzade: ‘Ah küçük balık keşke sen gidip te sevdiğime haber versen de beni beklese’ demiş.
Balık şehzadenin bu isteğini kabul edip hemen gözden kaybollu vermiş. Şehzade durur mu! Atına yemeğini verip kendi de bir iki lokma yemek yiyip yola çıkacakmış.
BU sırada evlerinin bahçesinde havuz kenarında oturan güzel kız dadısının ısrarına rağmen içeri girmeyip şehzadesini düşüne dururken birden havuzda çok güzel küçük turuncu bir balık belirip dile gelmiş.
Turuncu balık:’ Güzel kız güzel kız sevdiğinden sana haberler getirdim’ demiş.
Güzel kız konuşan balığı görünce şaşırsa da: Turuncu balık sevdiğim nasıldır ne haldedir demiş.
Turuncu balık: Sevdiğin iyidir ama abileri ona oyun edip kuşu çaldılar sevdiğini de bıraktılar. Kısa sürede gelirler sonrada biri seninle evlenir aman dikkatli olasın. Sevdiğin iyi olduğunu onu beklemeni söyledi’ demiş.
Kız duyduklarına çok üzülse de balığa teşekkür etmiş. Balıkta hemen gözden kaybolmuş.
Bu olanları babasına anlatmaya giderken güzel kız ne görsün dersiniz babası bir adamla konuşuyor ama bu adam sıradan bir adam değilmiş. Padişah olduğunu anladığı adamla babasının konuşmalarını dinlerken durumu anlayan kız birden ortaya çıkıp önce padişaha selam vermiş sonrada olanı biteni anlatmış. Padişah şaşırsa da kıza inanmış. Oğullarının ne yapacaklarını görmek için sarayına dönmüş.
Turuncu balık geri geldiğinde güzel kıza haber verdiğini söylemiş. Şehzadede turuncu balığa teşekkür edip biraz su içip elini yüzünü yıkamış. Tam bu sırada elini yüzünü silmek için mendilini çıkartınca aklına kızın verdiği mendil gelmiş. Hemen onu sallamış ve gideceği yeri söylemiş. Bir anda kendini padişahın huzurunda bulmuş.
Şehzade koşup babasının elini öpüp olanı biteni anlatmış. Güzel kız ile şehzadenin söylediklerinin aynı olduğunu anlayınca kızı ve babasını çağırtırmış.
Padişah ‘Şehzade ye seni bir kızla evlendireceğim bu da senin cezan. Madem abilerine kanıp kuşu kaptırdın sevdiğin kızın babası kızı sana vermez. Bende sana uygun bir kız bulmuştum seni onunla nişanlayacağım ‘ demiş.
Şehzade babasının haklı olduğunu bildiği için sesini çıkaramasa da sevdiği kızdan vazgeçmeye niyeti yokmuş.
Şehzade babasına onun bulduğu kızla evlenmeyip kendi sevdiği kızla bir yolunu bulup evleneceğini söyleyecekken bir de ne görsün güzeller güzeli sevdiği kız babasıyla karşısında .Padişah evleneceği kızı tanıştırıp olanı biteni anlatmış.
Şehzade yanında getirdiği ağacın meyvesini padişaha vermiş. Padişahta meyveyi oğluna gelinine ve kızın babasına ikram etmiş.
Padişah : ‘ bu meyve her derde devadır. Gelinim senin derdinden hasta o iyileşecek bizlerde hastalıklarımıza şifa bulacağız . Sende inşallah şu zor yolculuğunda düştüğün halden şifa bulacaksın ‘ demiş.
Herkes bunu öğrenince çok sevinmiş.
Padişah güzel kız ve şehzadeyi sarayda onlara çok güzel bir nişan yapmış. Her yerden gökyüzünü aydınlatan hava yi fişekler atılmış. Ülke bayram etmiş. Sonrada düğün hazırlıklarına başlanmış. Kuş geldiği gün şehzade ile güzel kızı evlendirecek ve şehzadesini kendine varis ilan edecekmiş.
İki abisi yol boyunca yapacakları şeyleri düşüne düşüne yarı aç yarı tok ülkelerine varmışlar. Hemen padişah babalarının huzuruna vardıkların da padişah gözlerine inanamamış. İki oğlu da dilenci haline gelmişler.
Padişah: Ah oğullarım size ne oldu? Bu ne hal kim sizi bu hale getirdi demiş.
İki kardeş başlamışlar padişah babalarına yalanlar söylemeye:
‘ Padişahım kardeşimizi devler ülkesine giderken kaybettik nerelerde olduğunu bilmiyoruz. Devler ülkesine ikimiz vardık beraber istediğiniz bu güzel kuşu aldık ‘demişler.
Padişahta bu yalanlar inanmış gibi yapmış. Oğullarına ‘Kardeşinizi nasıl orada bırakırsınız. Onu aramaya gideceksiniz. Kim kardeşini bulur gelirse o benim varisim olacak deyince iki kardeş te ne yapacaklarını bilememişler.
Şehzadeler: ‘Padişah babamız kardeşimizi nerede kaybettiğimizi bilmiyoruz’ demişler.
Padişah :O zaman küçük şehzademin nerede olduğunu soralım demiş.
Şehzadeler şaşırmışlar derken padişah kuşu önce alıp bakmış ki gerçekten eşsiz güzellikte bir kuşmuş. Sonra kuşu sevmiş okşamış ve ‘Benim küçük şehzadem nerede ‘demiş.
Güzel kuş dile gelip: ‘ Padişahım küçük şehzadeniz sarayda ‘demiş.
Abileri daha ne olduğunu anlayamadan padişah kuşa ikinci sorusunu sormasın mı:’ Güzel kuş senin sahibin kimdir? ‘demiş. Kuşta küçük şehzadenizdir ‘demiş. İki kardeş kuşun konuşup kardeşlerinin yaptığını söyleyince başlamışlar kaçacak yer aramaya .
Padişah gene kuşa sormuş:’ Bana neler olduğunu anlatırsın ‘demiş . Bunun üzerine hiç yalan söylemeyen kuş başlamış konuşmaya . Padişahın oğulları ne yapsınlar kaçacak yer ararken kardeşlerini suçlamaya başlamışlar. Küçük şehzade abilerinin sözlerini duyunca dayanamayıp ortaya çıkmış.
İki kardeş ne yapsınlar bu seferde kardeşlerini hırsızlıkla suçlayınca padişah babaları esmiş gürlemiş ve: ‘Sizin yaptıklarınızı söyleyen doğruluk kuşudur. Kardeşinizi kandırdınız. Beni de kandırmaya kalktınız. Artık benim oğullarım bu ülkenin de şehzadeleri değilsiniz’ demiş.
Padişah iki oğluna da atları çaldıkları o handa ömür boyu çalışma yollamış. İki kardeş ülkelerinden sonsuza dek sürülmüşler.
Küçük şehzade ise güzel kızın dillere destan görenlerin yıllarca anlattığı muhteşem bir düğünü ile evlenmiş. Tam kırk gün açların karnı doyurulmuş.
Padişah küçük şehzadesini varisi seçerken küçük şehzade her hafta pazara gidip yumurta satmaya halkının dertlerini güzeller güzeli sevgili eşiyle dinleyip padişaha durumu anlatıp halkı için en iyi şeyleri yapmak gece gündüz eşiyle çalışmaya devam etmiş.
Halkıda padişahlarını şehzadelerini ve onun eşini çok ama çok sevmişler.
Kötüler cezanı bulurken iyiler çok ama çok mutlu olmuşlar .
Onlar ermiş muradına biz çıkalım uzaya.
MAVİ İLKAY MASAL
Çok güzel yine doğruluk üzerine 👍👏👏😊
BeğenBeğen
teşekkür ederim.
BeğenLiked by 1 kişi
Note: I am Turkish,but I write in English both my own posts and my comments to other posts in order to improve my English.
BeğenBeğen
okey 🙂
BeğenLiked by 1 kişi
💞💞💞
BeğenBeğen
I actually commented on the story, I wrote this below, but I think my comment about the story has been deleted😅.Sorry🤣🤣🤣.
BeğenBeğen
Wow… EXCELLENT!😍😍😍
BeğenBeğen