HAYAT ENGEL TANIMAZ – KELOĞLAN SEYAHATTE

KELOĞLAN SEYAHATTE
Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde develer tellalken, pireler berberken, babam balıkçıyken dedem demirciyken ,ben annemin beşiğini tıngır mıngır sallarken; ülkenin birinde bir kasaba varmış. Bu kasabanın kenar mahallelerindeki bir kulübede, çok fakir bir keloğlan ile ihtiyar annesi yaşamakta imiş.
Keloğlan çok akıllı ve becerikli olmasına rağmen çalışmaktan hoşlanmazmış.Tembel tembel evde oturmayı, ne buldu ise yiyip, içip ve uyurmuş. Tembel mi tembel, saçsız ve de çok çirkin olduğu için herkes ona keloğlan dermiş. Keloğlanın ihtiyar annesi ise el çamaşırı yıkar, hem kendini, hem de tembel keloğlanı beslemeğe çalışır, zorluklar içinde geçindirirmiş.
Nasılsa Keloğlanın canı çarşıya çıkıp dolaşmak istemiş. Bir de bakmış ki, uzakta bir kalabalık var. Kalabalığın ortasında bir adam bağıra bağıra bir şeyler söylüyor. Kalabalıktaki insanlarda onu dinlermiş. Bizim Keloğlanda kalabalığa karışmış. Bakmış adamın biri bir şeyler anlatıyor herkeste onu pür dikkat dinliyor. Bu adam meğer şehrin tellallarından biriymiş. Tellal :’Ağır bir iş için bir adama ihtiyaç vardır. Bu işi görecek adama yüz altın verilecektir. Talip olacak kimse varsa ortaya çıksın’ demiş….
Keloğlan etrafta toplanan kalabalıktan ses seda çıkmadığını görünce ve bu işin sonunda yüz de altın verileceğini öğrenince tellala:
Keloğlan:’Bu işi ben yaparım, yalnız bu yapılacak işi hemen bana söyle,’ demiş. Tellal Keloğlanı şöyle bir süzdükten sonra, gözü tutmamış olacak ki:
Tellal:’ Oğlum, sen bu işi yapamazsın, iş çok zordur. Bunu ancak akıllı, becerikli ve cesur adamlar başarabilir. Ben bunları sende göremiyorum ’demiş ‘.
Keloğlan: ‘Ummadığın taş baş yarar. Ben bu işi başarırım ‘ demiş. Etrafta toplanan kalabalıktan alaylı gülüşmeler yükselmiş. Bu sırada tellal onun fakir haline acıyarak:
Tellal: ‘Pekala oğlum…Madem ki kendine güveniyorsun sana şimdi yapacağın işi tarif edeyim…Uzak bir ülkeden mal getirmeye gidilecek… Yolculuk at sırtında olacak, ama sen bu yolculuğa katlanabilecek misin?.. ‘diye sorumuş.
Keloğlan: ‘Ben yaparım dediğim her şeyi yaparım. Başarırım’ demiş.
Tellal: ‘Madem ki bu kadar güvenin var, bende sana bu işi veriyorum…Paranı şimdi mi, yoksa dönüşte mi istersin?’ demiş.
Keloğlan : ‘Şimdi verinde birazı yanımda bulunsun, geri kalanını anneme harçlık bırakırım’ diye tellalla anlaşmış. Keloğlan sevinçle annesine koşarak gitmiş olanları anlatmış. Yanındaki parayı annesine bırakmış. Sonrada annesinin elini öpüp toplanma yerine gitmiş. Toplanma yerine gelince Keloğlan, kafilenin kendisini beklemekte olduğunu görmüş. Kafile başkanı Keloğlana hazır olup olmadığını sormuş. Keloğlan ‘hazırım’ diyince küçük kafileyi yola çıkarmış. Hemen atlara binerek yola çıkmışlar…
İki gün durup dinlenmeden yol gitmişler. Üçüncü gün Keloğlanın at sırtındaki yolculuktan etmekten perişan olmuş her yeri ağrımaya başlamış. Ama verdiği sözü ve aldığı parayı düşünerek sabırla yola devam etmiş. Akşam yaklaşırken kafile başkanı mola için kervanı durdurmuş. Keloğlan biraz dinleneceği için sevinmiş. Ama bu sevinci çok sürmemiş. Atlar bağlandıktan sonra kafile başkanı Keloğlana;
Kafile Başkanı: ‘ Keloğlan, şurada bir kuyu görüyorsun…?’
Keloğlan: ‘Evet, ‘demiş.
Keloğlan:’ Sen den o kuyuya inmeni istiyorum ‘ demiş. ‘ Korkmazsın değil mi?…’ diye de sormuş. Keloğlan kuyunun yanına gitmiş ve bir sağına, bir soluna ve eğilip içine bakmış ve kafile başkanına ;
Keloğlan: (korkusunu iliklerinde hissederken ‘)Ne var bunda korkacak, elbette inerim ‘Demiş. Keloğlan korksa bile korktuğunu belli etmemeye çalışarak kuyuya inme hazırlanmış. Etrafını saran yol arkadaşları Keloğlan’ın beline kalın bir ip bağlamış, kuyuya sarkıtmışlar. Keloğlan kuyunun yarısına gelince sağ tarafında karanlıkta aniden bir kapı açılmış. Adamın biri Keloğlan’ı kucakladığı gibi bu kapıdan içeri çekmesin mi?…
Neye uğradığını anlayamayan Keloğlan bir de ne görsün!.. Geniş bir bahçe ve bu bahçenin ortasında büyük bir saray durmuyor mu?.. Sarayın bahçesinde güllerin arasında Dünya güzeli bir kız oturuyormuş, arkasında bir dudağı yerde, bir dudağı gökte iri ve koyu siyah renkte bir siyahi adam ayakta duruyormuş. Çiçeklerin arasında bir tavus kuşu dolaşmaktaymış. Şaşkınlıkla bunları seyre dalan Keloğlan birden arkasında gürleyen bir sesle aklı başından gitmiş. Dönüp bakınca, ne görsün?… Koca bir dev. Arkasında durmuyor mu!.. Dev korkunç bir sesle:
-Eyyyy, adem oğlu!… Söyle bakalım, şu gördüklerinden hangisi daha güzel?.. Keloğlan korkudan tir tir titremeğe başlamış. Ne cevap vereceğini şaşırmış ama, biraz sonra aklı başına gelmiş ve biraz düşündükten sonra:
Keloğlan: ‘ Gönül neyi severse güzel odur sultanım’ demiş. Dev, aldığı cevaptan memnun olmuş. Olmuş olmasına da Keloğlan’a tekrar sormuş;
Dev: ‘ Şu kız çok güzel, şu tavus kuşu çok hoş ama, şu zenci çok çirkin, çok kötü!.. Buna ne dersin ‘ demiş. Keloğlan artık ilk şaşkınlık ve korkudan kurtulmuş. Yine cevabı yapıştırmış:
Keloğlan: ‘ Gönül neyi severse, güzel odur sultanım’ diye tekrar aynı cevabı vermiş. Aldığı cevaptan çok hoşlanan dev, Keloğlan’a:
Dev: ‘Aferin, sen akıllı bir çocuğa benziyorsun ‘diye Keloğlan’a hemen yanındaki, ağaçtan kopardığı üç tane büyük narı vermiş ;
Dev: ‘Al bu narları. Dönüşte annenle birlikte yersin’ diyerek Keloğlan’ın yanından ayrılmış. Meğer Dev, her kuyuya inen adem oğluna bu soruları sorar fakat, bir türlü istediği akıllıca cevabı alamayınca çok kızar, hemen kellesini uçurur, sonra da etlerini yer, kafa tasını sarayın duvarlarına asarmış. Böylece kuyuya inenlerin çoğu, Dev’in bu sorularının karşısında ‘ Bağzısı kız güzel, bağzısı tavus kuşu ‘diye cevap verirlermiş. Bu cevaplardan memnun kalmadığı için kuyuya inen bir daha yukarı çıkamazmış.
Dev’in yanından ayrılan Keloğlan çıkış kapısının önünde çıkış yolu ararken birden yukardan, su almak için sarkıtılmış bir kovanın kendisine doğru geldiğini görünce, Keloğlan hemen bu kovadan tutarak yukarı çıkmış. Keloğlan’ı sapasağlam yukarı çıktığını gören arkadaşları, şaşkınlıktan ağızları bir karış açık, gözlerine inanamamışlar ve birbirlerine bakmışlar. Zira kervancılar bu kuyudan su almak istedikleri zaman her seferinde Dev’e bir insanı kurban vermeleri adetmiş. Yol arkadaşları onu böyle sapasağlam, güler yüzlü görünce tabii şaşkınlıktan kendilerini alamamışlar. Kafile başkanı merakını yenemeyerek Keloğlan’a:
-Şimdiye kadar bu kuyuya salladığımız adamlardan hiçbiri geri dönmemiştir. Sen nasıl oldu da bu kuyudan sağlam çıktın ?’ demiş…
Keloğlan güler yüzle :’Nasıl çıktıysam çıktım.. ‘ demiş… Yeniden kafile yola koyulmuş. Varacakları o uzak ülkeye varmış. Atlara malları yükleyerek memlekete dönmüşler. Keloğlan söz verilen altınların geri kalanını almış ve bir elinde altın torbası diğer elinde narlarının olduğu torba evine dönmüş. Annesi her zamanki gibi, el çamaşırı yıkıyormuş. Annesi de oğlu geldiği için sevinmiş. Hele altınları görünce rahat bir nefes alıp ‘ bu altınlarla bir süre rahat ederiz darlık çekmeyiz ‘ diye düşünmüş. Yemekler yenmiş. Sonra da Keloğlan, Dev’in verdiği narlardan birini çıkarıp yemek için ikiye bölmüş. Bir de ne görsün? Dev’in verdiği Nar tanelerinin her biri çok kıymetli birer mücevhermiş…
Keloğlan çok sevinmiş. Ona verilen hediyenin değerini anlamış ve gerektikçe o mücevherleri kullanmış… Keloğlan öyle zengin olmuş ki, artık ne kelliği kalmış , ne de çirkinliği. Annesinin çamaşırcılığı bırakmış. Mutlu bir ve mesut yaşamışlar.
Anonim.